CHP Genel Merkezi, Canan Kaftancıoğlu ile ilgili siyasi parti üyeliğini düşürme kararı üzerine Yargıtay Başsavcılığına yanıt verdi. Yanıtta şu ifadeler yer aldı: ''Başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmak üzere Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu hükümlerine açıkça aykırı olan işleminizin gerekçesi olarak 5252 saylı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3. maddesi, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 158 ve 159. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 11. maddesi gösterilmektedir. Türk Ceza Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu yönünden değerlendirildiğinde; Anayasa Mahkemesi'nin Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesiyle ilgili olarak 2015 yılında verdiği iptal kararı gereği, infaz sürecinde TCY hükümleri uyarınca parti üyeliği etkilenmemektedir. Bir an için, her iki kanun açısından da Canan Kaftancıoğlu'na verilen cezanın üyeliğinin düşmesine sebep olduğu varsayılsa bile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, partimize süre vererek aykırılığın giderilmesini isteyebileceği ve bu aşamadan sonra Anayasa Mahkemesi'ne başvurabileceği gibi, doğrudan da Anayasa Mahkemesine başvurarak, bu aykırılığın giderilmesi konusunda Siyasi Partiler Yasası'nın 104/2. maddesi uyarınca ihtar kararı verilmesini istemesi gerekmektedir. Yasa uyarınca ihtar kararı ile partimize 6 aylık bir süre tanınmaktadır. ihtar kararına uymamanın yaptırımı, Anayasa Mahkemesince 2009 yılında iptal edildiği ve bunun yerine bir düzenleme yapılmadığı için, ihtar kararına uymamanın yaptırımı da hukuki olarak bulunmamaktadır. Görüldüğü gibi Başsavcılığınız yasada olmayan bir yetkiyi kullanarak bir işlem tesis etmiştir. Yargıtay Başsavcılığı yasanın vermediği bir yetkiyi kullanarak bir parti üyesini sicilden silemez. Hukuken asla benimsenemeyecek yorumunuza temel teşkil ettiği anlaşılan 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3. maddesi ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 11/4. maddesi tek başına yorumlandığında dahi Başsavcılığınızın vardığı sonucun hukuka aykırı olduğu anlaşılmaktadır. Bahse konu hükümlerin Türk Ceza Kanunu'nun 5 ve 53. maddeleri karşısında, özellikle Anayasa Mahkemesi'nin Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesinin 1(b) hükmünü iptal eden 08.10.2015 gün ve E:2014/40, K:2015/85 sayılı kararının, kaynağını Anayasa'nın 2, 12 ve 67. maddelerinden alan gerekçesi dikkate alındığında, Başsavcılığınızın varmış olduğu sonucun ne denli indi olduğu açık ve seçik olarak anlaşılmaktadır. SONUÇ BİZİ ŞAŞIRTMAMIŞTIR Sayın Başsavcı, Hukukun temel ilkelerinden tamamen kopmuş bu kişiselleştirilmiş yanılgılı sonuç üzülerek belirtmeliyiz ki bizleri şaşırtmamıştır. Anımsatmak isteriz ki sıfatınızdaki “Cumhuriyet” kelimesi, tam bir bağımsızlık ve tarafsızlıkla görevinizi ifa ederek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hükümlerine eksiksiz uymanızı zorunlu kılmaktadır. Meşruiyetinizin temeli budur. Aksine davranış, makamı değil ama makamı işgal edenleri tartışmalı kılacaktır. Temennimiz, son yıllarda güvenilirliği büyük ölçüde tartışılan yargının, hak ettiği güvene kavuşabilmesini sağlayabilecek ilk adımı atarak hukuka aykırı, yanlı kararınızdan derhal dönmenizdir. Sizi görevinizi ifa ederken hukukun çizdiği meşru sınırlar içerisinde davranmaya davet ediyoruz.”
Nihayet Başsavcılığın işlemi ile ilgili son bir hususa daha değinmek zorunluluğu vardır. Anayasa'nın 40. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”. Başsavcılık işleminde bu yollar ve merciler belirtilmemiştir. Nedeni aslında böyle bir işlemin yasada düzenlenmemiş olmasıdır. Bununla birlikte, açık Anayasa hükmü karşısında sormak zorunlu hale gelmiştir. Bu işleme karşı kime ve hangi koşullarda başvuru yapılacaktır?