Her şey insandan önce başlar. Milyonlarca yıl önce Erciyes, Hasan Dağı ve Göllüdağ, Orta Anadolu’nun kalbine ateşi ve külü bırakır. Rüzgâr ve su, bu külü yumuşatır; zaman onu biçimlenmesini izler. Peri bacaları ortaya çıkar. Daha ortada ne medeniyet vardır ne dua, ama insan için ideal bir sığınak çoktan hazırlanmıştır. (Hüsnü Çelebi'nin yazısı) .jpg)
İnsan, sahneye Tunç Çağı’nda çıkar. Bölge, Hitit İmparatorluğu’nun etki alanındadır. Hititler, kayayı ilk oyanlardır. Ambarlar, depolar, geçici sığınaklar… Kaya henüz kutsal değildir ama güvenlidir. Kapadokya’nın yeraltı geleneği işte burada başlar..jpg)
Pers döneminde bölge ilk kez adıyla anılır: Kapadokya. “Güzel atlar ülkesi.” Yüzey pastoral, derinler sessizdir. Ardından Helenistik ve Roma çağları gelir. Kentler yeryüzünde büyürken, yeni bir inanç sessizce yayılır: Hristiyanlık. Ve Kapadokya, kaderine sadık kalır. İnanç, yine yerin altına çekilir..jpg)
Roma baskısının arttığı yüzyıllarda Kapadokya bir hayatta kalma mimarlığına dönüşür.
Derinkuyu Yeraltı Şehri ve Kaymaklı Yeraltı Şehri, korkunun panikle değil, akılla yönetildiğini gösterir. Kiliseler yerin altındadır; vaftiz sessiz, dua fısıltıdır. Taş burada artık yalnızca barınak değil, imanın kalkanıdır. Yüzyılda sahne değişir. Hristiyanlık sadece saklanmaz, düşünür.
Aziz Basil, manastır yaşamını kurallara bağlar.
Aziz Gregorios Nazianzus ve Aziz Gregorios Nyssa, inancı kelimeye ve akla dönüştürür. Kapadokya bu kez bir sığınak değil, teolojik bir merkez olur.
Bizans döneminde taş konuşmaya başlar..jpg)
Göreme, kaya kiliseleriyle adeta oyulmuş bir İncil’e dönüşür.
Tokalı Kilise, İsa’nın hayatını duvarlara sabırla anlatır.
Karanlık Kilise, ışık almadan gerçeği korur.
Vadiler inzivaya açılır; Ihlara Vadisi, sessizliğin coğrafyası olur.
Selime Manastırı, kayanın içindeki bir katedral gibi yükselir.
yüzyıldan sonra Selçuklular, ardından Osmanlı gelir. Kapadokya yıkılmaz; dönüşür. Kaya evler yaşamaya devam eder, Hristiyan cemaatler yüzyıllarca varlığını sürdürür.
Mustafapaşa (Sinasos), bu geç dönemin sessiz tanığıdır.
Bugün Kapadokya’ya baktığımızda bir manzara görürüz..jpg)
Ama dikkatle bakarsak şunu fark ederiz:
Bu coğrafyada hiçbir medeniyet tamamen gitmemiştir.
Hitit’in ambarı, Hristiyan’ın kilisesi, keşişin hücresi, köylünün evi ve Türk'ün camisi...
Hepsi aynı taşın içinde yaşamıştır.
Kapadokya işte bu yüzden yalnızca bir turizm rotası değildir.
O, insanın zamana karşı taşa yazdığı en uzun nottur.